Onbeş yıldan fazla olmuştu görüşmeyeli. Birbirimizi yolda görsek tanımazdık. Teknolojinin nimetlerinden faydalanarak buldu herkes birbirini. Son günlerin en gözde aktivitesi, İnternet aracılığıyla ulaşılan ilkokul arkadaşlarıyla buluşmaktı.
Hepimiz aslında merak ediyorduk birbirimizi. Yine de çekiniyorduk biraz. (Ya da en azından ben çekiniyordum) "Konuşacak hiçbirşeyimiz olmasa da en azından buluşup güleriz" diye yazmıştı. Biraz daha cesaretlendim bu sıcak sözlerin ardından.
Saat ve yere karar veremedik bir türlü. Herkes farklı telden çalıyordu. Onbeş yıl geçmişti aradan. Herkes iş güç sahibi olmuş, kimileri evlenmişti. Ortak zaman belirlemek o kadar kolay olmuyordu. Hayatın koşturmacasında herkesin telaşı vardı. Son geceye kadar buluşma saati kesinleşmedi.
Cumartesi gecesi geç gelmiştim eve. Bilgisayarı açma fırsatım olmadı. Nasıl olsa sabah bakarım diye düşünüp yattım. Sabah olup bilgisayarımı açtığımda hayatımdaki en büyük şoklardan birini yaşadım!
En son 12 yaşında bıraktığım arkadaşlarımı ben görmüyordum. Ama aralarında görüşenler vardı. Anlattıklarına göre hızı seviyordu Aytek.
Ve hepimizden hızlı davranmıştı...
Biz buluşma yerini ve saatini belirleyememiştik henüz. Ama o, korkunç kaza sonucu aramızdan ayrılırken yeri ve saati çoktan belirlemişti! Üstelik haber vermeyi unuttuğumuz arkadaşlarımızı da toplayarak...
On beş yıldan fazla olmuştu görüşmeyeli.. Hep onu resmindeki gülen yüzüyle hatırlayacağım...
Huzur içinde uyu..
Salı, Kasım 06, 2007
Salı, Ekim 16, 2007
Bulunduğun yerde mutlu olmak
Bulunduğun yerde mutlu olmak önemli. Vizontele’de vardı. Altan Erkekli konuşma yapıyordu: “Bir yeri seversen orası dünyanın en güzel yeridir. Dünyanın en güzel yerini sevmezsen orası dünyanın en güzel yeri değildir.”
Bir yeri sevmek çok önemli. Hele orada olmak zorundaysan, içinde olduğun ortama uyum sağlayamıyorsan varolmak çok zor. Sürekli bir sorgulama, sürekli bir memnuniyetsizlik yakasını bırakmıyor insanın.
Bunlar bir çok kişi tarafından bilinse de insanoğlu doyumsuz. Sürekli bir şeylerden şikayet ediyor. Hep daha fazlasını istiyor. Haksız da sayılmaz belki. Daha iyisini istemek, daha yükseği hedeflemek insanın hakkı. Daha iyi bir araba, daha iyi bir iş, daha çok para. Belki bu daha güzel bir gelecek için motivasyon sağlıyor. Ama "bugün" kayboluyor biraz. Sürekli şikayet ederek geçirilen “bugün” elden kayıp gidiyor.
Çözümün ne olduğunu bilmiyorum. Belki bugünle gelecek arasında kurulacak denge. Ama bu dengeyi oturtmak o kadar kolay değil. Hele sürekli sorgulayan, bazı şeyleri hayatın akışına bırakmakta zorlanan “biri” için bu çok zor.
Bir yeri sevmek çok önemli. Hele orada olmak zorundaysan, içinde olduğun ortama uyum sağlayamıyorsan varolmak çok zor. Sürekli bir sorgulama, sürekli bir memnuniyetsizlik yakasını bırakmıyor insanın.
Bunlar bir çok kişi tarafından bilinse de insanoğlu doyumsuz. Sürekli bir şeylerden şikayet ediyor. Hep daha fazlasını istiyor. Haksız da sayılmaz belki. Daha iyisini istemek, daha yükseği hedeflemek insanın hakkı. Daha iyi bir araba, daha iyi bir iş, daha çok para. Belki bu daha güzel bir gelecek için motivasyon sağlıyor. Ama "bugün" kayboluyor biraz. Sürekli şikayet ederek geçirilen “bugün” elden kayıp gidiyor.
Çözümün ne olduğunu bilmiyorum. Belki bugünle gelecek arasında kurulacak denge. Ama bu dengeyi oturtmak o kadar kolay değil. Hele sürekli sorgulayan, bazı şeyleri hayatın akışına bırakmakta zorlanan “biri” için bu çok zor.
Pazar, Ekim 14, 2007
Meyve ağaçlarının hüznü
Şimdi oturduğumuz ev yenilenmeden önce kocaman bir bahçenin içinde üç katlı bir binaydı. Bütün çocukluğumu yaşadım bu bahçede. Top oynadığımız, yaz akşamları saatlerce zaman geçirdiğimiz bahçemizde bir çok meyve ağacı vardı. Cevizden duta, incirden eriğe her türlü meyveyi toplayabilirdik.
Hatırlıyorum, sadece bizim evin değil, o zamanlar çevemizdeki bir çok evin bahçesi vardı. Komşu evlerin bahçesindeki ağaçlara “dalarken” her seferinde o evin en yaşlı teyzesi kovalardı bizi. Biz ise teyzelerden saklanır, o gidince tekrar başlardık ağaçlardan topladığımız meyveleri büyük keyifle yemeye.
Şimdiyse o geniş bahçeli evlerin yerlerini yeni ve modern binalar aldı. Buna rağmen yol kenarlarında seyrek de olsa meyve ağaçları görüyorum. İğde ağaçları, kestane, ceviz. Şehrin geçirdiği korkunç değişime rağmen gördüğüm tek tük ağaçlar bana çocukluğumu hatırlatıyor, betonlaşan şehirde yüzümü güldürüyor.
Tek bir farkla tabi: O zamanlar daha dallardaki meyveler olgunlaşmadan komşu bahçenin ağaçlarına üşüşen çocuklar, onları kovalayan teyzeler ortalıkta görünmüyor. Çocuklar artık bilgisayarlarının başında maceradan maceraya(!) koşarken, cıvıl cıvıl çocukları dallarındaki meyveleri toplamaları için bekleyen ağaçlar, sonbahar yağmurlarıyla onları daha fazla taşıyamayarak otomobillerin lastikleri altına bırakıyorlar.
Eminim, bizi kovalayan teyzeler bu hüzünlü tabloyu görselerdi hepimizden çok üzülürlerdi.
Hatırlıyorum, sadece bizim evin değil, o zamanlar çevemizdeki bir çok evin bahçesi vardı. Komşu evlerin bahçesindeki ağaçlara “dalarken” her seferinde o evin en yaşlı teyzesi kovalardı bizi. Biz ise teyzelerden saklanır, o gidince tekrar başlardık ağaçlardan topladığımız meyveleri büyük keyifle yemeye.
Şimdiyse o geniş bahçeli evlerin yerlerini yeni ve modern binalar aldı. Buna rağmen yol kenarlarında seyrek de olsa meyve ağaçları görüyorum. İğde ağaçları, kestane, ceviz. Şehrin geçirdiği korkunç değişime rağmen gördüğüm tek tük ağaçlar bana çocukluğumu hatırlatıyor, betonlaşan şehirde yüzümü güldürüyor.
Tek bir farkla tabi: O zamanlar daha dallardaki meyveler olgunlaşmadan komşu bahçenin ağaçlarına üşüşen çocuklar, onları kovalayan teyzeler ortalıkta görünmüyor. Çocuklar artık bilgisayarlarının başında maceradan maceraya(!) koşarken, cıvıl cıvıl çocukları dallarındaki meyveleri toplamaları için bekleyen ağaçlar, sonbahar yağmurlarıyla onları daha fazla taşıyamayarak otomobillerin lastikleri altına bırakıyorlar.
Eminim, bizi kovalayan teyzeler bu hüzünlü tabloyu görselerdi hepimizden çok üzülürlerdi.
Perşembe, Ekim 04, 2007
Futbol üzerine bir yazı
Fenerbahçenin son iki Avrupa maçında ortaya koyduğu oyun beni tekrar futbola ısındırdı.
İyi bir futbol izleyicisi olduğumu düşünüyorum. Fenerbahçeliyim. Fakat fanatik olduğum söylenemez. Çünkü ülkemizde fanatiklik arşı tarafın taraftarlarıyla sürekli bir atışma, saçma sapan, sonu gelmeyen laf sokmalardan oluşan muhabbetlerde karşı tarafı susturabilme kabiliyeti olarak ölçülüyor. Ben bundan hoşlanmıyorum. Futbol seyretmek istiyorum. Maalesef ülkemizde kaliteli futbol oynanmıyor.
Inter maçı bu yüzden dönüm noktasıydı benim için. Her sene Avrupa’da hayal kırıklığı yaratan Fenerbahçe, belki de hayatım boyunca gördüğüm en mükemmel oyununu oynadı. Benim şansımsa, bu muhteşem geceye stadyumda yakından şahit olmamdı.
Gerçekten muhteşem bir geceydi. İtalya şampiyonuna adeta adım attırmadık ve tam anlamıyla eze eze yendik. İki gün önce de Moskova’da, yine güzel bir oyunla, galibiyeti hak ettiğimiz bir maç sonucu bir puan aldık ve grupta lider olarak avantajlı konuma geçtik.
Futbol konuşmayı sevmiyorum. İyi maç seyretmeyi, güzel futbolu alkışlamayı seviyorum. Belki de bu sene uzun yıllar sonra Avrupa’da başarının yakalanması bir hayal değil. Tüm bunlar kısır tartışmalardan uzaklaştırıyor Fenerbahçeyi. Bense futbolu daha çok seviyorum. Hayalim bunun kalıcı olması, saçma sapan tartışmaları, reyting uğruna kavgalarını bir kenara bırakıp sadece futbolun konuşulması.
İyi bir futbol izleyicisi olduğumu düşünüyorum. Fenerbahçeliyim. Fakat fanatik olduğum söylenemez. Çünkü ülkemizde fanatiklik arşı tarafın taraftarlarıyla sürekli bir atışma, saçma sapan, sonu gelmeyen laf sokmalardan oluşan muhabbetlerde karşı tarafı susturabilme kabiliyeti olarak ölçülüyor. Ben bundan hoşlanmıyorum. Futbol seyretmek istiyorum. Maalesef ülkemizde kaliteli futbol oynanmıyor.
Inter maçı bu yüzden dönüm noktasıydı benim için. Her sene Avrupa’da hayal kırıklığı yaratan Fenerbahçe, belki de hayatım boyunca gördüğüm en mükemmel oyununu oynadı. Benim şansımsa, bu muhteşem geceye stadyumda yakından şahit olmamdı.
Gerçekten muhteşem bir geceydi. İtalya şampiyonuna adeta adım attırmadık ve tam anlamıyla eze eze yendik. İki gün önce de Moskova’da, yine güzel bir oyunla, galibiyeti hak ettiğimiz bir maç sonucu bir puan aldık ve grupta lider olarak avantajlı konuma geçtik.
Futbol konuşmayı sevmiyorum. İyi maç seyretmeyi, güzel futbolu alkışlamayı seviyorum. Belki de bu sene uzun yıllar sonra Avrupa’da başarının yakalanması bir hayal değil. Tüm bunlar kısır tartışmalardan uzaklaştırıyor Fenerbahçeyi. Bense futbolu daha çok seviyorum. Hayalim bunun kalıcı olması, saçma sapan tartışmaları, reyting uğruna kavgalarını bir kenara bırakıp sadece futbolun konuşulması.
Pazar, Eylül 30, 2007
Çember
Sürekli bir hareketlilik içinde geçiyor hayat. Sen ne kadar bir yerde sabitlemeye çalışsan da o durmadan akıp gidiyor. En güzel yerinde dursun istiyorsun. İstiyorsun ki hep burda kalısn, bu an hiç bitmsin. Olmuyor.. Durduramıyorsun zamanı.
Tam tersi geçmesini istediğin zamanlar oluyor. Artık bitsin, bu acı veren süreç bitsin istiyorsun. Bu sefer de zaman geçmek bilmiyor. Akıntının hızını sen belirleyemiyorsun. O kafasına göre akıyor. Sen sadece bir dal bulup tutunmak istiyorsun bazen. Biraz zor da olsa anlıyorsun, akıntıya karşı durmak imkansız.
Gidenlerle ve kalanlarla dolu olan hayatta, ben genelde kalan taraf oldum. Yerleşik, bekleyen taraf oldum. Şimdiyse hayatımda belki de ilk kez, zorunlu da olsa, giden taraf ben olmak üzereyim. Üstelik gideceğim yeri bilmeyerek. Pek keyifli bir yolculuk değil sanırsam :) Ama düşündüğüm kadar kötü de olmayabilecek bir yolculuk bu. Değişik bir deneyim.
Hep kalan tarafta olan ben bu sefer de gidecek olmanın tedrginliği içersindeyim. Üstelik akıntının tam ortasında, hızla yol alıyorum. Kıyıdan uzaktayım, herhangi bir dal bulmanın çok uzağındayım.
Tek yapabildiğim akıntının hızına uyum sağlayıp hayatta kalmaya alışmak.
Yapmamam gereken ise, ellerimle tutamadığım dalları düşüncelerimde bırakmak.
Ya dışındasındır çemberin, ya da içinde yer alacaksın!
Tam tersi geçmesini istediğin zamanlar oluyor. Artık bitsin, bu acı veren süreç bitsin istiyorsun. Bu sefer de zaman geçmek bilmiyor. Akıntının hızını sen belirleyemiyorsun. O kafasına göre akıyor. Sen sadece bir dal bulup tutunmak istiyorsun bazen. Biraz zor da olsa anlıyorsun, akıntıya karşı durmak imkansız.
Gidenlerle ve kalanlarla dolu olan hayatta, ben genelde kalan taraf oldum. Yerleşik, bekleyen taraf oldum. Şimdiyse hayatımda belki de ilk kez, zorunlu da olsa, giden taraf ben olmak üzereyim. Üstelik gideceğim yeri bilmeyerek. Pek keyifli bir yolculuk değil sanırsam :) Ama düşündüğüm kadar kötü de olmayabilecek bir yolculuk bu. Değişik bir deneyim.
Hep kalan tarafta olan ben bu sefer de gidecek olmanın tedrginliği içersindeyim. Üstelik akıntının tam ortasında, hızla yol alıyorum. Kıyıdan uzaktayım, herhangi bir dal bulmanın çok uzağındayım.
Tek yapabildiğim akıntının hızına uyum sağlayıp hayatta kalmaya alışmak.
Yapmamam gereken ise, ellerimle tutamadığım dalları düşüncelerimde bırakmak.
Ya dışındasındır çemberin, ya da içinde yer alacaksın!
Pazartesi, Eylül 10, 2007
Bilardo
Aklımda düşünceler
Bilardo topu gibi
Üç bant değil, beş bant değil
Bir o duvara çarpıyo bir bu duvara.
Hiçbirinin sonu yok,
Anlamı yok.
Bilardo topu gibi
Üç bant değil, beş bant değil
Bir o duvara çarpıyo bir bu duvara.
Hiçbirinin sonu yok,
Anlamı yok.
Cuma, Ağustos 31, 2007
Dengesiz
Mücadeleymiş beni hayata bağlayan.
Bıraksalar beni, uçarım kanatsız.
Uçtukça bağlanırım, bağlandıkça koparım.
Hiçbir derdim olmasa,
Tek derdim sen olurmuşsun, anladım.
Uğruna çabaladığım, her şey anlamsız geliyor.
Belki de sen yoksun diye
İçimdeki dengesiz sıkıştırıyor.
Bir yanda coşkun bir dalga, engelliyorum.
Öte yanda tek bir esinti, beklediğim.
Ben dalgalandıkça, rüzgar susuyor.
Rüzgarı bekledikçe, hayat geçiyor.
Oyunu kurallarına göre oynamak!
Kurallarını koymadığım bir oyun bu.
Bıraksalar beni, uçarım kanatsız.
Uçtukça bağlanırım, bağlandıkça koparım.
Hiçbir derdim olmasa,
Tek derdim sen olurmuşsun, anladım.
Uğruna çabaladığım, her şey anlamsız geliyor.
Belki de sen yoksun diye
İçimdeki dengesiz sıkıştırıyor.
Bir yanda coşkun bir dalga, engelliyorum.
Öte yanda tek bir esinti, beklediğim.
Ben dalgalandıkça, rüzgar susuyor.
Rüzgarı bekledikçe, hayat geçiyor.
Oyunu kurallarına göre oynamak!
Kurallarını koymadığım bir oyun bu.
Salı, Ağustos 28, 2007
Cumartesi, Ağustos 25, 2007
Derin
Gecenin bir körü olmuş
Oturmuşsun derin derin
Dalmışsın derin derin.
Kaybolmuşsun en ince nağmelerin götürdüğü yerde.
Hayat en mızıkçı,
En düzenbaz oynamakta oyununu.
Kötü değil her zaman.
Cilveli belki.
Kader diyorlar, cilvesi diyorlar.
Hiç bir şey değil gecenin bu saatinde
Hacıyatmaz misali ayakta tutan.
Tek bir şey dışında.
Bütün yolların
Çıktığı kapı.
Oturmuşsun derin derin
Dalmışsın derin derin.
Kaybolmuşsun en ince nağmelerin götürdüğü yerde.
Hayat en mızıkçı,
En düzenbaz oynamakta oyununu.
Kötü değil her zaman.
Cilveli belki.
Kader diyorlar, cilvesi diyorlar.
Hiç bir şey değil gecenin bu saatinde
Hacıyatmaz misali ayakta tutan.
Tek bir şey dışında.
Bütün yolların
Çıktığı kapı.
Cuma, Ağustos 17, 2007
Kaybetmek
Çözmeye çalıştıkça daha bir karmaşk hal alıyor sanki hayat.
İçinden çıkılmaz oluyor yaşamak.
Sorunsuz hayatımızda dert yaratmak belki bizimkisi.
Ya da hayat zaten sorunluydu, biz beceremedik elimizdekilerle yetinmeyi.
Onları kaybetmemeyi.
Sürekli sorgulamak , kopartıyor hayatı bizden.
İçinden çıkılmaz oluyor yaşamak.
Sorunsuz hayatımızda dert yaratmak belki bizimkisi.
Ya da hayat zaten sorunluydu, biz beceremedik elimizdekilerle yetinmeyi.
Onları kaybetmemeyi.
Sürekli sorgulamak , kopartıyor hayatı bizden.
Perşembe, Temmuz 12, 2007
Hislerimi kaybettim, hükümsüzdür !
Hiçbirşey hissetmiyorum bu aralar!
Hissetsem bile ifade edemiyorum. !
Tam bi kabızlık hali yaşadığım... Tek bir rüzgar bile esmiyor sanki !
Bu durgunluk kanımı donduruyor. Bu bekleyiş!
Tonlarca ağırlığında bir presin arasında sıkışıp kalıyorum,
kaçacak yerim yok!
Ellerim kollarım zincirlerle bağlanmış, bir tarafa gitmeye kalksam,
öbür tarafım bırakmıyor beni.
Tüm bunlara rağmen acı bile hissetmiyorum!
Hissetsem bile ifade edemiyorum. !
Tam bi kabızlık hali yaşadığım... Tek bir rüzgar bile esmiyor sanki !
Bu durgunluk kanımı donduruyor. Bu bekleyiş!
Tonlarca ağırlığında bir presin arasında sıkışıp kalıyorum,
kaçacak yerim yok!
Ellerim kollarım zincirlerle bağlanmış, bir tarafa gitmeye kalksam,
öbür tarafım bırakmıyor beni.
Tüm bunlara rağmen acı bile hissetmiyorum!
Pazartesi, Temmuz 02, 2007
Şelalenin ortasındaki hayat...
Hızla akıp giden hayatta ayakta durmak, çılgınca uçurumdan aşağıya doğru akan şelalede bir kürek ve bir kayıkla yol almak gibi birşey. Akıntının tersine doğru çektiğin her kürek sadece seni olduğun yerde tutmaya yarıyor.
Zaman ise hiç durmadan, çılgınca uçurumdan aşağı doğru akıyor.....
Zaman ise hiç durmadan, çılgınca uçurumdan aşağı doğru akıyor.....
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)