Salı, Ekim 16, 2007

Bulunduğun yerde mutlu olmak

Bulunduğun yerde mutlu olmak önemli. Vizontele’de vardı. Altan Erkekli konuşma yapıyordu: “Bir yeri seversen orası dünyanın en güzel yeridir. Dünyanın en güzel yerini sevmezsen orası dünyanın en güzel yeri değildir.”

Bir yeri sevmek çok önemli. Hele orada olmak zorundaysan, içinde olduğun ortama uyum sağlayamıyorsan varolmak çok zor. Sürekli bir sorgulama, sürekli bir memnuniyetsizlik yakasını bırakmıyor insanın.

Bunlar bir çok kişi tarafından bilinse de insanoğlu doyumsuz. Sürekli bir şeylerden şikayet ediyor. Hep daha fazlasını istiyor. Haksız da sayılmaz belki. Daha iyisini istemek, daha yükseği hedeflemek insanın hakkı. Daha iyi bir araba, daha iyi bir iş, daha çok para. Belki bu daha güzel bir gelecek için motivasyon sağlıyor. Ama "bugün" kayboluyor biraz. Sürekli şikayet ederek geçirilen “bugün” elden kayıp gidiyor.

Çözümün ne olduğunu bilmiyorum. Belki bugünle gelecek arasında kurulacak denge. Ama bu dengeyi oturtmak o kadar kolay değil. Hele sürekli sorgulayan, bazı şeyleri hayatın akışına bırakmakta zorlanan “biri” için bu çok zor.

Pazar, Ekim 14, 2007

Meyve ağaçlarının hüznü

Şimdi oturduğumuz ev yenilenmeden önce kocaman bir bahçenin içinde üç katlı bir binaydı. Bütün çocukluğumu yaşadım bu bahçede. Top oynadığımız, yaz akşamları saatlerce zaman geçirdiğimiz bahçemizde bir çok meyve ağacı vardı. Cevizden duta, incirden eriğe her türlü meyveyi toplayabilirdik.

Hatırlıyorum, sadece bizim evin değil, o zamanlar çevemizdeki bir çok evin bahçesi vardı. Komşu evlerin bahçesindeki ağaçlara “dalarken” her seferinde o evin en yaşlı teyzesi kovalardı bizi. Biz ise teyzelerden saklanır, o gidince tekrar başlardık ağaçlardan topladığımız meyveleri büyük keyifle yemeye.

Şimdiyse o geniş bahçeli evlerin yerlerini yeni ve modern binalar aldı. Buna rağmen yol kenarlarında seyrek de olsa meyve ağaçları görüyorum. İğde ağaçları, kestane, ceviz. Şehrin geçirdiği korkunç değişime rağmen gördüğüm tek tük ağaçlar bana çocukluğumu hatırlatıyor, betonlaşan şehirde yüzümü güldürüyor.

Tek bir farkla tabi: O zamanlar daha dallardaki meyveler olgunlaşmadan komşu bahçenin ağaçlarına üşüşen çocuklar, onları kovalayan teyzeler ortalıkta görünmüyor. Çocuklar artık bilgisayarlarının başında maceradan maceraya(!) koşarken, cıvıl cıvıl çocukları dallarındaki meyveleri toplamaları için bekleyen ağaçlar, sonbahar yağmurlarıyla onları daha fazla taşıyamayarak otomobillerin lastikleri altına bırakıyorlar.

Eminim, bizi kovalayan teyzeler bu hüzünlü tabloyu görselerdi hepimizden çok üzülürlerdi.