Perşembe, Ekim 04, 2007

Futbol üzerine bir yazı

Fenerbahçenin son iki Avrupa maçında ortaya koyduğu oyun beni tekrar futbola ısındırdı.

İyi bir futbol izleyicisi olduğumu düşünüyorum. Fenerbahçeliyim. Fakat fanatik olduğum söylenemez. Çünkü ülkemizde fanatiklik arşı tarafın taraftarlarıyla sürekli bir atışma, saçma sapan, sonu gelmeyen laf sokmalardan oluşan muhabbetlerde karşı tarafı susturabilme kabiliyeti olarak ölçülüyor. Ben bundan hoşlanmıyorum. Futbol seyretmek istiyorum. Maalesef ülkemizde kaliteli futbol oynanmıyor.

Inter maçı bu yüzden dönüm noktasıydı benim için. Her sene Avrupa’da hayal kırıklığı yaratan Fenerbahçe, belki de hayatım boyunca gördüğüm en mükemmel oyununu oynadı. Benim şansımsa, bu muhteşem geceye stadyumda yakından şahit olmamdı.

Gerçekten muhteşem bir geceydi. İtalya şampiyonuna adeta adım attırmadık ve tam anlamıyla eze eze yendik. İki gün önce de Moskova’da, yine güzel bir oyunla, galibiyeti hak ettiğimiz bir maç sonucu bir puan aldık ve grupta lider olarak avantajlı konuma geçtik.

Futbol konuşmayı sevmiyorum. İyi maç seyretmeyi, güzel futbolu alkışlamayı seviyorum. Belki de bu sene uzun yıllar sonra Avrupa’da başarının yakalanması bir hayal değil. Tüm bunlar kısır tartışmalardan uzaklaştırıyor Fenerbahçeyi. Bense futbolu daha çok seviyorum. Hayalim bunun kalıcı olması, saçma sapan tartışmaları, reyting uğruna kavgalarını bir kenara bırakıp sadece futbolun konuşulması.

Pazar, Eylül 30, 2007

Çember

Sürekli bir hareketlilik içinde geçiyor hayat. Sen ne kadar bir yerde sabitlemeye çalışsan da o durmadan akıp gidiyor. En güzel yerinde dursun istiyorsun. İstiyorsun ki hep burda kalısn, bu an hiç bitmsin. Olmuyor.. Durduramıyorsun zamanı.

Tam tersi geçmesini istediğin zamanlar oluyor. Artık bitsin, bu acı veren süreç bitsin istiyorsun. Bu sefer de zaman geçmek bilmiyor. Akıntının hızını sen belirleyemiyorsun. O kafasına göre akıyor. Sen sadece bir dal bulup tutunmak istiyorsun bazen. Biraz zor da olsa anlıyorsun, akıntıya karşı durmak imkansız.

Gidenlerle ve kalanlarla dolu olan hayatta, ben genelde kalan taraf oldum. Yerleşik, bekleyen taraf oldum. Şimdiyse hayatımda belki de ilk kez, zorunlu da olsa, giden taraf ben olmak üzereyim. Üstelik gideceğim yeri bilmeyerek. Pek keyifli bir yolculuk değil sanırsam :) Ama düşündüğüm kadar kötü de olmayabilecek bir yolculuk bu. Değişik bir deneyim.

Hep kalan tarafta olan ben bu sefer de gidecek olmanın tedrginliği içersindeyim. Üstelik akıntının tam ortasında, hızla yol alıyorum. Kıyıdan uzaktayım, herhangi bir dal bulmanın çok uzağındayım.

Tek yapabildiğim akıntının hızına uyum sağlayıp hayatta kalmaya alışmak.

Yapmamam gereken ise, ellerimle tutamadığım dalları düşüncelerimde bırakmak.

Ya dışındasındır çemberin, ya da içinde yer alacaksın!