Bu replik, türk sinemasının en klişe repliklerinden biridir: Kameraya arkası dönük, dönen koltukta oturan yeni patron, eski ezik işçi, kapısına gelen eski patronuna döner ve der ki: "Hatırlar mısın, bir zamanlar kapından kovduğun fakir ama gururlu bir genç vardı?"
İşte o an eski patronun bittiği andır! Bir zamanlar fakir olan gururlu genç ise içinden her türlü el kol hareketini yapmaktadır eski patronuna karşı. fakat filmimizin dramatik kurgusu ve Türk toplumunun aile yapısı bu hareketleri izleyiciye göstermekten alıkoyar yönetmeni.
Eski türk filmlerini severim. Aynı olsa da bir bölümü, güzel mesajlar verir. Yukarıdakine benzer sahneleri zaman zaman yaşamama fırsat tanıdığı için hayata teşekkür borçluyum. Tarif edilemez bir duygudur. Herkesin yaşamasını dilerim.
Bu arada eski türk filmleri deyince Tosun Paşa olayına girmeden edemeyeceğim. Fakat ufacık yazıp harcamak istemiyorum. Çok yakında, neredeyse bütün filmi tek başıma oynayabileceğim bu şaheseri sayfalarca anlatıcam. Bekleyin... ;)
Cuma, Haziran 17, 2005
Perşembe, Haziran 16, 2005
SSK'da yetkili destekli Q-Matik sistemi !
SSK'dan sigortalı olarak belirli bir iş günümü doldurdum ve bu sabah sağlık karnemi almak üzere Beşiktaş'taki SSK Müdürlüğü'ne gittim. SSK, Bağ-Kur, Devlet Hastanesi gibi kurumlardaki 'kuyruk' çilesine yabancı olmadığım için mümkün olduğu kadar erken saatte orada olmayı hedeflemiştim. Bir çok kişinin çeşitli sebeplerle, farklı kurumlarda yaşadığı kuyruk anılarına bir ek de ben yapayım.
8:30'da başlayan mesaiden tam olarak bir saat önce orada olmama raağmen önümde tam yetmiş kişi vardı. Daha kötülerini gördüğüm için halime şükrettim. Tabi bu arada önümde tam olarak yetmiş kişi olduğunu nereden bildiğimi merak edenlerin buralara uğramadığını düşünüyorum. Çünkü bir kuysuk klasiği olan, ortalıkta dolaşan bir kağıt, bir kalem ve herkesin ismini numaralandırarak not eden amca bu kuyrukların klasiklerindendir. Ben de 70. sıradaki yerimi aldım ve mesaiden yarım saat önce bir 'fedai'nin çıkıp kağıttaki numaralara göre biszi sıraya yerleştirmesini beklemeye koyuldum.
Neticede beklenen gerçekleşti ve bir hengame, sürekli konuşmalar arasında birisi çıkıp isimleri tek tek okudu ve geçtik kuyruğa. Burada ilginç olan şu ki; SSK kendini bir ölçüde geliştirmiş ve bankalarda numara alınan Q-Matik cihazlarından koymuş. Neden bu aletten sıra numarası almıyoruz da burada ip gibi diziliyoruz diye düşünürken, bir süre sonra anladım ki biz aslında numara almak için sıraya giriyoruz! Kağıttaki sıraya göre Q-Matik aletinin önünde dizildikten bir süre sonra yetkili biri geldi ve tek tek herkese düğmeye basarak numara dağıttı ! Anlamadığım o adam orada duracaksa aletin anlamı ne? İnsanlar karmaşık bir iş yapmıyo neticede, bir düğmeye basıyo ve numara alıyo! düğmeye basmak için mi adam istihdam ediyor acaba SSK diye düşündüm. Ama bu durumun bir ihtiyaçtan doğabileceğini düşündüm.
Nasıl mı? Örneğin makinadan arka arkaya on numara alıp, mesai saati gelenlere belli ücret karşılığı sıra satımını engellemek için olabilir mesela. Kıvrak zekalı Türk milletinin aklına kesin bu fikir gelmiştir! Ya da iki saniye içinde 5 kere basma başarısını göstererek makineye feleği şaşırtılmış olabilir ! Tüm bunları engellemek için birinin makineyi beklemesi tek yol olmuş olabilir.
Tüm bunlar olası. Ama netice de SSK bir parça sınıf atlımış ve yetkili destekli Q-matik sistemine geçmiş. Daha iyi günler görücez inşallah...
8:30'da başlayan mesaiden tam olarak bir saat önce orada olmama raağmen önümde tam yetmiş kişi vardı. Daha kötülerini gördüğüm için halime şükrettim. Tabi bu arada önümde tam olarak yetmiş kişi olduğunu nereden bildiğimi merak edenlerin buralara uğramadığını düşünüyorum. Çünkü bir kuysuk klasiği olan, ortalıkta dolaşan bir kağıt, bir kalem ve herkesin ismini numaralandırarak not eden amca bu kuyrukların klasiklerindendir. Ben de 70. sıradaki yerimi aldım ve mesaiden yarım saat önce bir 'fedai'nin çıkıp kağıttaki numaralara göre biszi sıraya yerleştirmesini beklemeye koyuldum.
Neticede beklenen gerçekleşti ve bir hengame, sürekli konuşmalar arasında birisi çıkıp isimleri tek tek okudu ve geçtik kuyruğa. Burada ilginç olan şu ki; SSK kendini bir ölçüde geliştirmiş ve bankalarda numara alınan Q-Matik cihazlarından koymuş. Neden bu aletten sıra numarası almıyoruz da burada ip gibi diziliyoruz diye düşünürken, bir süre sonra anladım ki biz aslında numara almak için sıraya giriyoruz! Kağıttaki sıraya göre Q-Matik aletinin önünde dizildikten bir süre sonra yetkili biri geldi ve tek tek herkese düğmeye basarak numara dağıttı ! Anlamadığım o adam orada duracaksa aletin anlamı ne? İnsanlar karmaşık bir iş yapmıyo neticede, bir düğmeye basıyo ve numara alıyo! düğmeye basmak için mi adam istihdam ediyor acaba SSK diye düşündüm. Ama bu durumun bir ihtiyaçtan doğabileceğini düşündüm.
Nasıl mı? Örneğin makinadan arka arkaya on numara alıp, mesai saati gelenlere belli ücret karşılığı sıra satımını engellemek için olabilir mesela. Kıvrak zekalı Türk milletinin aklına kesin bu fikir gelmiştir! Ya da iki saniye içinde 5 kere basma başarısını göstererek makineye feleği şaşırtılmış olabilir ! Tüm bunları engellemek için birinin makineyi beklemesi tek yol olmuş olabilir.
Tüm bunlar olası. Ama netice de SSK bir parça sınıf atlımış ve yetkili destekli Q-matik sistemine geçmiş. Daha iyi günler görücez inşallah...
Pazartesi, Haziran 13, 2005
Esnaflık öldü mü?
Biraz geri kafalı birisiyim galiba. İlişkilerimde ve tercihlerimde yaşadığım zamana pek uyum sağladığım söylenemez. Tüketim toplumunda yaşıyoruz. Birçok şeyin hızla tüketildiği ve değiştirildiği zamanımızda ben tercihleri fazla değişmeyen, tercihlerini uzun zaman boyu korumaktan yana olan birisiyim. Bu durum bazen yaşadığım topluma yabancılaşmama yol açıyor.
Örneğin 70’lerin müziğini dinlemekten zevk alıyorum. Yıllardır aynı arkadaşlarımla görüşüyorum. Sürekli gittiğim kafelere gitmeyi tercih ediyorum. Bunlar kendimi huzurlu hissettiğim şeyler ve değişmesini istemiyorum.
Fakat benim direnmeye çalıştığım şeyler zamana ve aşırı kalabalıklaşan şehre karşı direnemiyor. Taksim’de gitmeyi tercih ettiğim mekanlar birer birer kapanıyor. Bu yüzden artık eskisi kadar gitmiyorum Taksim’e. Aslında beni huzursuz eden, mekanların değişmesinden çok zihniyetin değişmesi. İşletme sahibinin ya da çalışanlarının sürekli olarak nasıl olur da daha fazla para yolarım düşüncesi beni çileden çıkartıyor. Bir an evvel kalkman ve yerine yeni müşteriyi alman için gözünün içine bakan garsonlar, iki dakikada bir “Bir isteğiniz var mı?”, “”Başka bir şey alır mısınız?” diye sorarak bütün keyfinizi kaçırıyor.
Kabul ediyorum, ticari mekanlar ve para kazanmak zorundalar, fakat müşterinin kendini rahat hissetmesi daha önemli değil mi?
Yaşadığım yer Bakırköy’de tüm lise ve üniversite yıllarım boyunca gittiğim TCDD Lokal’i kapandı ve yerine alakasız bir çay bahçesi açıldı. Lokal zamanı adisyon nedir bilmeyen bizler, daha gelmeden listeye yazılan çaylarla karşılaştık. Bir çay eksik ya da fazla içilmesi büyük olay olmaya başladı. Yukarıda bahsettiğim, kalksa da yeni müşteriler gelse cinsinden bakışlar sürekli olarak üzerinizde. Sırf bahşiş almak için para üstünü ne kadar bozuk getirebiliriz sorunsalına (!) fantastik çözümler üretiliyor. Örneğin 3 milyon para üstü 2,5 milyon kağıt para ve 5 tane yüzlük olarak veriliyor! Bahşiş vermek isteyen müşteri, bütün para üstünü bırakır, bu işgüzar hareketler tamamen insanı gıcık ediyor.
Her türlü ilişkinin ticari çıkara dayandığı günümüzde galiba bunlar çok küçük ayrıntı. Fakat alışveriş yaptığım ya da kafamı dinlemek ve dostlarımla muhabbet etmek için seçtiğim işletmelerin de ben de olumlu hisler uyandırması tercihlerimi etkiliyor. Kendimi mekanın bir parçası gibi hissetmek ve o mekana hayatımda bir yer ayırmak beni huzurlu kılıyor. Bu hisleri yaşayabildiğim birkaç yer Taksim’de Palyaço Bar ve Barcelona pastanesinin yan tarafında dar bir çıkmaz sokakta, yokuşa rağmen insanların ortamın sıcaklığını paylaştığı ve yazın boş yer bulmanın zor olduğu Mandabatmaz Çay Ocağı. Ayrıca Mecidiyeköy’ü bilenlerin bildiği Emniyet binasının arkasındaki Boz Çay Ocağı’da yeni keşfettiğim sıcak yerlerden birisi.
Esnaflık ölmesin! Gözünde dolar işareti parlayan işletmeciler istemiyoruz ;)
Örneğin 70’lerin müziğini dinlemekten zevk alıyorum. Yıllardır aynı arkadaşlarımla görüşüyorum. Sürekli gittiğim kafelere gitmeyi tercih ediyorum. Bunlar kendimi huzurlu hissettiğim şeyler ve değişmesini istemiyorum.
Fakat benim direnmeye çalıştığım şeyler zamana ve aşırı kalabalıklaşan şehre karşı direnemiyor. Taksim’de gitmeyi tercih ettiğim mekanlar birer birer kapanıyor. Bu yüzden artık eskisi kadar gitmiyorum Taksim’e. Aslında beni huzursuz eden, mekanların değişmesinden çok zihniyetin değişmesi. İşletme sahibinin ya da çalışanlarının sürekli olarak nasıl olur da daha fazla para yolarım düşüncesi beni çileden çıkartıyor. Bir an evvel kalkman ve yerine yeni müşteriyi alman için gözünün içine bakan garsonlar, iki dakikada bir “Bir isteğiniz var mı?”, “”Başka bir şey alır mısınız?” diye sorarak bütün keyfinizi kaçırıyor.
Kabul ediyorum, ticari mekanlar ve para kazanmak zorundalar, fakat müşterinin kendini rahat hissetmesi daha önemli değil mi?
Yaşadığım yer Bakırköy’de tüm lise ve üniversite yıllarım boyunca gittiğim TCDD Lokal’i kapandı ve yerine alakasız bir çay bahçesi açıldı. Lokal zamanı adisyon nedir bilmeyen bizler, daha gelmeden listeye yazılan çaylarla karşılaştık. Bir çay eksik ya da fazla içilmesi büyük olay olmaya başladı. Yukarıda bahsettiğim, kalksa da yeni müşteriler gelse cinsinden bakışlar sürekli olarak üzerinizde. Sırf bahşiş almak için para üstünü ne kadar bozuk getirebiliriz sorunsalına (!) fantastik çözümler üretiliyor. Örneğin 3 milyon para üstü 2,5 milyon kağıt para ve 5 tane yüzlük olarak veriliyor! Bahşiş vermek isteyen müşteri, bütün para üstünü bırakır, bu işgüzar hareketler tamamen insanı gıcık ediyor.
Her türlü ilişkinin ticari çıkara dayandığı günümüzde galiba bunlar çok küçük ayrıntı. Fakat alışveriş yaptığım ya da kafamı dinlemek ve dostlarımla muhabbet etmek için seçtiğim işletmelerin de ben de olumlu hisler uyandırması tercihlerimi etkiliyor. Kendimi mekanın bir parçası gibi hissetmek ve o mekana hayatımda bir yer ayırmak beni huzurlu kılıyor. Bu hisleri yaşayabildiğim birkaç yer Taksim’de Palyaço Bar ve Barcelona pastanesinin yan tarafında dar bir çıkmaz sokakta, yokuşa rağmen insanların ortamın sıcaklığını paylaştığı ve yazın boş yer bulmanın zor olduğu Mandabatmaz Çay Ocağı. Ayrıca Mecidiyeköy’ü bilenlerin bildiği Emniyet binasının arkasındaki Boz Çay Ocağı’da yeni keşfettiğim sıcak yerlerden birisi.
Esnaflık ölmesin! Gözünde dolar işareti parlayan işletmeciler istemiyoruz ;)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)