Cumartesi, Aralık 13, 2008

Gökyüzüne bakıyorum,
Yağmur, bulut, ışık, güneş…

Pazartesi, Aralık 08, 2008

Perşembe, Ekim 09, 2008

Hikaye

Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!

Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!

Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!

Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!

Benim doğduğum köylerde
Kuzey rüzgârları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!

Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi,
Sen de anlat doğduğun yerleri,
Anlat biraz!

Cahit Külebi

Pazartesi, Eylül 15, 2008

Güneş

Günün en karanlık anı
Şafak!
Güneş doğacak.
Her gün doğduğu gibi.
Bugün de, yarın da.
Ve her gün şafak, en karanlık.
Ardından güneş.
Aydınlık sımsıcak.
Perdeleri çekersen ancak!
Göremezsin ışığı,
Güneş bile doğmayacak.

Pazartesi, Eylül 08, 2008

Durmayan...

Yormayacaksın aklı fazla
Yavaş yavaş, acelesi yok.
Her şeyi birden düşünmeyeceksin,
Birden olmayacak her şey,
Sırası var her şeyin.
Göreceksin, yoluna girecek her şey zamanla.
Beklemek lazım.
Sabretmek? En zoru!
Zaman? En hızlı geçen, her ZAMAN!
Durmayan…

Salı, Eylül 02, 2008

Eylülün Bir’i bugün.

Gri bir hava gökyüzünde.
Üşütmese de ürperten bir serinlik.
En azından balkonda oturmayı güçleştiriyor.
Özlemişim sonbaharı!
Rüzgarın kokusunu, sokakların sessiz hüznünü.
Daha yapraklar sararmadı, dökülmedi yere.
Daha zamanı var, pastırma yazı var daha!

Yazın yapay neşesi geçmek üzere,
Yerine Sonbaharın gerçekliği geliyor.
Yaz yapay sanki biraz daha,
Sanki hayattan bir bölüm kesilmiş, hiç olmayan bir ara verilmiş zamana.
Bir eğlence, bir coşkunluk hali,
Gerçek olmayan sanki.
Öyle yaşanması gerektiği için yaşanan.

Sonbahar biraz daha gerçek, biraz daha hüzün dolu.
Belki biraz buruk.
Geçen yazın gerçek olmadığını anlamış.
Belki de sahte mutlulukta kalmak istiyor hala!
Ama başaramıyor…

Sonbaharı seviyorum.
Tüm hüznüne, ayrılıklarına rağmen.
Sahte mutluluklara tercih ediyorum belki de,
Gerçek hüzünleri.

Belki de hiç alakası yok!

Pazar, Ağustos 31, 2008

24 Eylül 1945

En güzel deniz:
henüz gidilmemiş olandır.
En güzel çocuk:
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz:
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
henüz söylememiş olduğum sözdür...

Nazım Hikmet

Cumartesi, Ağustos 09, 2008

Bilmiyorum

Yıllar önce bir rüya görmüştüm. Tam olarak hatırlamıyorum. Galiba ikinci dünya savaşıydı rüyalarımı karartan. Trenden koşarak kaçıyordum. Her tarafta yağmur gibi yağan bombalar, toz, duman, kaçacak delik arıyordum. Bir ağacın tepesine tırmanıyorum. Sevdiklerimi tek tek kaybediyorum. Etrafımda koşuşan insanlar, kan revan içinde... En büyük korkularımdan biri:

Savaş!

Belki de yeryüzünde yaşayan hiçbir canlı türü, kendi türüne bu kadar acı çektirmiyordur. Hangi kazanç tek bir insanın canından daha değerlidir? Akan kandan daha mı önemlidir petrol? Hangi zafer bu acının üzerinde ne kadar zaferdir? Nedir bu kadının acısının karşılığı kazanılan?

Bilmiyorum…

Çarşamba, Ağustos 06, 2008

Başka türlü bir şey...

Başka türlü bir şey
Benim istediğim.
Ne ağaca benzer, ne de buluta.
Burası gibi değil
Gideceğim memleket.
Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava...

Nerde gördüklerm nerde o beklediğim
Rengi başka, tadı başka.

Bir başka yolculuk dalından düşmek yere
Yaşadığından uzun.
Bir başka yolculuk dalından inmek yere
Ağacın yüksekliğince, dalın yüksekliğince rüzgarda.

Ve bir yeni ömür, vardığın çimen yeşilliğince...

Cuma, Mayıs 23, 2008

Tokat

Gözümü kapattığımda
Duyduğum sesler.
Benden uzakta atılan
Kahkahalar.
Sesiz çığlıklarımı
İçime gömüyorum.

Nefret etmek çözüm mü?
Zaten edemiyorum!
Tüm bir hayatı silmek gibi,
Yapamıyorum.

Herşeyi doğası içinde kabul etmek,
Ve zaten bitmişti demek,
Gerçeklerin yüzüme çarpması,
Bir tokat gibi.

Herşey daha bir anlam kazanıyor,
Anlamsız bir şekilde!
En çok da insana
Kendi kendini aldatması koyuyor.

Pazar, Nisan 20, 2008

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
'O olmazsa yaşayamam.' demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.

Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de
korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
ille de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
'O benim.' diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan birşeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
ille de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem
de hep senin kalacakmış gibi hayat.
ilişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...

CAN YÜCEL